HAYAL

 


Hayal, ince hırkasını omzuna attı. Aynada kendine son bir kez baktı, saçlarını düzeltti.

Arkasından gelen ses hafifti ama yorgundu:

“Git bakalım... arkadaşların beklemesin.”

Yatağında yarı oturur halde olan annesi, zorlukla gülümsedi. Göz altları mor, sesi kısık, ama yüzü Hayal’i görünce biraz canlanıyordu.

Hayal annesinin yanına gitti, elini tuttu.

“Sen kendine çok iyi bak. İlaçlarını aldın, değil mi? Telefon burada, şarjda. Bir şey olursa hemen ara, tamam mı?”

Annesi başını salladı.

Hayal öptü alnını, biraz zorlanarak gülümsedi.

İyileşeceksin anne. Söz veriyorum.”

Kapıyı kapatmadan önce bir kez daha döndü, içinden “keşke gitmesem” dedi. Ama sonra dışarı çıktı.

Hayal, kafeye geldiğinde arkadaşları çoktan masaya oturmuştu.

Ada el salladı, Arda kulaklıkla uğraşıyordu. Baran gözlüğünü düzeltip Hayal’e baktı:

“Hoş geldin.”

Kısa bir sarılmadan sonra Hayal sandalyeye oturdu.

Hava güzeldi, ama içindeki gerginlik kolay kolay çözülmüyordu.

Biraz sohbetten sonra Baran, pat diye sordu:

“Yaa bu gece bi mekâna gidelim mi? Canlı müzik varmış.”

Ada “Olur,” dedi. Arda “Ben zaten çıkıcaktım,” diye ekledi.

Hepsi dönüp Hayal’e baktı.

Hayal hafifçe gülümsedi.

“Yok ben gelmeyeyim. Siz gidin. Benim anneme bakmam lazım.”

Arda hafiften dudak büktü:

“Kadına nolcak ki, abartıyorsun biraz.

Hayal:

“Yok çok sağ olun gerçekten. Hem ben pek gitmiyorum öyle yerlere, alışık değilim.

Baran da kahkaha attı.

“O zaman git evine dizini kır otur napalım biz de?”

Kahkahaya dönüşemeyen bir sessizlik oldu.

Hayal sadece başını eğdi.

Baran toparladı:

“Tamam lan şaka yaptım, alınma hemen,” deyip gülümsedi.

Hayal bir şey demedi.

Sadece içi daha da kırıldı.

Ada araya girdi, ortamı yumuşatmak için:

“Neyse... ne içiyorsunuz?”

Arda pahalı bir kahve söyledi, Baran frappe dedi.

Hayal, sessizce:

“Ben… bir su alayım.”

Baran, Arda’ya eğilip fısıldadı:

“Bu ne ya... sıkıcılığı bunalttı beni resmen.”

Hayal bunu duymadı.

Ama fark etti.

O bakışı, o enerjiyi, o dışarıda bırakılma hissini...

Buluşma bittiğinde, herkesin adımları hafifti.

Hayal’in ki ağır.

Yolda yürürken başını eğdi.

Sokak lambalarının altında gözleri doldu.

Biraz durdu.

Ve ağladı.

Sessizce. Kimseye göstermeden.

Ama içindeki yara büyüktü.

Eve geldiğinde annesi hâlâ uyuyordu.

İçeri girdi.

Kapıyı usulca kapattı.

Ve arkasına yaslanıp yere çöktü. Ve bir süre öyle kaldıktan sonra odasına geçti ve zor da olsa uyudu.

Güneş, okul binasının solgun camlarından yavaşça çekilirken Hayal merdivenlerden indi.

Çantasını omzuna astı, saçları rüzgârda hafifçe savruldu.

Yüzünde sakin, yorgun ama sıcak bir ifade vardı.

Gözleri çevreyi taradı…

Ve ileride, okul bahçesinin köşesinde oturan o tanıdık üçlüyü gördü: Ada, Arda, Baran.

İçinden hafifçe sevindi.

"Ne güzel denk geldik," diye düşündü.

Gülümsedi.

Adımlarını hızlandırarak onlara doğru yürümeye başladı.

Ama uzaktan...

Arda:

“Bu Hayal değil mi lan? Bize doğru geliyor...”

Baran:

“Off yapma ya... resmen Hayal kırıklığına uğradım.”

İkisi de sırıtarak kıkırdadı.

Ada:

“Sessiz olun manyaklar... duyacak şimdi. Kız geliyor.”

Baran yine eğildi, fısıldar gibi:

“Bak şimdi nasıl yapışacak yanımıza… Allahım sabır ver...”

Hayal, tam yanlarına geldi.

Sesindeki neşeyi korumaya çalışarak:

“Selam… Nasılsınız?”

Ada hemen toparladı.

“İyiyiz, sen nasılsın? Geç, otur istersen.”

Hayal “Olur” dedi sessizce.

Henüz oturmadan Baran, Ada’ya gözlerini devirerek

"Gerçekten mi ya?" der gibi bir bakış attı.

Hayal, bunu görmedi.

Hala niyetlerini bilmiyordu çünkü çok masumdu. Sadece şaka yapıyorlar sanıyordu.

Oturdu.

“Pek kalamayacağım ama... biraz oturayım,” dedi.

“Eve geçmem lazım.”

Arda kahkahayı bastı:

Ooo yine annenle date ha? Haha!”

Baran da güldü.

Boğuk, pis bir gülüştü bu.

Hayal hafifçe başını eğdi.

Elini çantasının sapında sıktı.

Ama yüzü…

Gülümsüyordu.

Zorla, yapay… sadece içini kimse görmesin diye.

Öğleden sonra saatleri...

Okulun bahçesindeki bankta üçlü bir kalabalık vardı: Ada, Baran, Arda.

Hayal de yanlarında, ama sanki yok gibiydi.

Konuşmalar havada dolanıyor, Hayal’in üzerinden geçip gidiyordu.

Baran:

“Akşam şu yere gitsek mi ya, geçen gittiğimiz. DJ vardı hani?”

Arda:

“Oha evet evet! Geçenki yer miydi? Dans pisti falan güzeldi baya.”

Ada:

“Benim de erken çıkmam lazım ama sonra oraya uçarım.”

Hayal sadece dinliyordu.

Katılmıyordu.

Gülmüyordu.

Bir şey söylemiyordu.

Sadece orada bulunuyordu.

Gözleri hafifçe donuklaştı.

Omzundaki yük, sesini bastırıyordu.

Bir an sonra toparladı kendini.

Hafifçe ayağa kalktı.

“Ben kalkayım artık.”

Kimse cevap vermedi.

Sadece Ada, başını kaldırdı ve gülümsedi:

“Tamam... görüşürüz.”

Hayal “Hoşça kal,” dedi.

Diğerleri hâlâ akşam planını konuşuyordu.

Sanki Hayal hiç orada oturmamış gibi.

Sanki hiç var olmamış gibi.

Yol boyunca içinden konuştu Hayal.

“Belki... onlara iyi gelmiyorumdur.”

“Yani... ben sıkıcıyımdır belki de.

Fazla sessiz... fazla normal... fazla yük gibiyimdir.”

Bir kaldırım kenarında kısa bir duraksama yaşadı.

Gözleri doldu.

Ama ağlamadı.

Ağlamamayı öğrenmişti.

“Benim suçum bu.

Herkes ne güzel yaşıyor.

Demek ki... ortamlarını bozuyorum.

Demek ki... yanlış olan benim.”

Hayal, yine kendinde suç aradı.

Onların kırıcı sözlerinde değil,

Alaycı bakışlarında değil,

Umursamazlıklarında değil...

Zavallı, güzel kalpli kız...

Kendinden başka kimseye yük olmak istemediği için,

en çok kendini ezdi.

Hayal eve geldiğinde sessizlik, her zamankinden daha ağırdı.

Ayakkabılarını usulca çıkardı.

Kapıyı yavaşça kapattı.

Ve mutfağa bile uğramadan, annesinin odasına yöneldi.

Kapı aralıktı.

Içeride loş bir ışık vardı.

Annesi yatağında yatıyordu, yorganın altında küçük, zayıf bir siluet gibi.

Hayal yanına oturdu.

Göz göze geldiler.

Ve annesi gülümsedi.

“Hoş geldin, canım kızım…”

Hayal başını eğdi, gülümsedi ama gözleri doluydu.

Sonra annesi, onun elini tuttu.

Sesi titriyordu.

Zayıf ama kararlıydı.

“Benim zamanım doluyor Hayal.”

“Ama sen… sakın kendini üzme, tamam mı?”

Hayal’in nefesi daraldı.

Gözyaşları bir anda aktı.

Elleri annesinin ellerine sarıldı.

Başını onun göğsüne yasladı.

“Hayır… hayır lütfen…

Benim senden başka kimsem yok anne…”

N’olur… beni bırakma…”

Titreyerek sarıldı annesine.

Küçük bir çocuk gibi.

Sanki o sarılma gücü, zamanı geri çevirebilirmiş gibi.

“İyileşeceksin… İyileşeceksin…

Ben seni bırakmam… ben seni bırakmam…”

diye tekrar tekrar mırıldandı.

Annesi, kızının saçlarını okşadı.

Gözleri yorgundu.

Ama içinde hâlâ Hayal’e duyduğu o tarifsiz sevgi vardı.

İkisi de konuşmadı artık.

Sadece sarıldılar.

Zaman durmuş gibiydi.

Ev, onların nefes alışverişiyle doluydu.

Ve sonunda…

Birbirlerine sarılarak uyudular.

Sabah güneşi, pencereyi aralayan tül perdeden süzüldü.

Hayal mutfağa sessizce girdi, masaya iki tabak hazırladı.

Biraz ekmek, peynir...

Zaten fazla bir şey yoktu.

Annesini usulca öptü.

“Anneciğim… hadi, uyan... bir şeyler yemen lazım.”

Kadıncağız zorlandı gözlerini açarken.

Yorgunluğu gözkapaklarına çökmüş gibiydi.

Ama kızının sesiyle dudaklarında ince bir gülümseme belirdi.

Birlikte kahvaltıya oturdular.

Hayal konuştu, annesi dinledi.

Lokmalar küçüktü, yavaş yavaş…

Ama Hayal sabırla bekledi.

Tam o sırada telefon çaldı.

Ada arıyordu.

Hayal hemen açtı.

“Hayal bugün müsait misin? Arkadaşlarla ödev yaparız dedik, sen de gel istersen. Hem vakit geçirmiş oluruz.”

Hayal bir an annesine baktı.

Sormadı, gözleriyle izin istedi.

Annesi yavaşça başını salladı.

“Git kızım…” dedi, sesi neredeyse fısıltıydı.

Hayal’in yüzü aydınlandı.

“Tabii! Gelirim. Çok sevinirim.”

Telefonda sevinçle cevap verdi.

Telefonu kapattıktan sonra döndü:

“Canım arkadaşlarım… meğer beni seviyorlarmış.”

📱 TELEFONUN DİĞER UCUNDA

Ada, telefondan başını kaldırdı.

Baran:

“Ya bu ödevleri nasıl yapıcam ya off... başlıcam ödevine!”

Arda:

“Yeminle kafayı yicem ya. Ne ödevi ne saçmalığı...”

Ada gülümsedi:

“Merak etmeyin, hallettim. Hayal’i çağırdım.”

Baran:

“Hayal mi? Yine mi o ya? En sonunda çıldırıcam!”

Ada:

Çalışkan kız... yapar bizim ödevleri, hem o kadar arkadaşımız.”

Baran burun kıvırarak:

“Ulan yine katlanıcaz mı şuna ya... sırf ödev yüzünden. Neyse halletsin şunları da bi kahve ısmarlarız su içmesin artık.”

Arda kahkahayı bastı.

Ahahah sucu kız!”

Baran da pis pis güldü.

Aynı zehirli gülümseme, aynı ikiyüzlülük.

Hayal çantasını topluyordu.

Kalem kutusunu annesinin diktiği bez çantasına koydu.

Ve içinden geçirdi:

“Bu sefer gerçekten çağırdılar...

Belki biraz değişmiştir her şey...

Belki bu sefer... bana da yer vardır sofralarında...”

Oysa bilmediği bir şey vardı:

Bazı sofralar, sadece kullanacakları sandalyeye ihtiyaç duyar.

İnsana değil.

Hayal, çantasını omzuna alıp yola koyuldu.

Ayakkabıları yıpranmıştı ama adımları umutluydu.

Kalbinin bir köşesinde hâlâ “bu kez farklı olur” düşüncesi vardı.

Kafeye vardığında masa başında oturan üç kişiyi gördü.

Ada gülümseyerek ayağa kalktı.

“Hoş geldin! Ya biz bu ödevlerde baya zorlandık. Yardım eder misin canım?”

“Hemen başlayalım istersen.”

Hayal içten gülümsedi.

“Tabii ki, hemen başlayalım.”

Sandalyeye oturdu, çantasını açtı.

Kalemlerini, notlarını özenle çıkardı.

Ve yanına koyduğu küçük bir su şişesini masaya bıraktı.

O an…

Baran ve Arda, göz göze geldiler.

Arda, dudaklarını ısırarak sırıttı.

Baran ise kendini tutamayıp kıkırdadı.

Hayal başlarını kaldırdı, baktı.

“Neye güldünüz?”

Arda hemen atıldı:

“Yok ya, bir şey gördük telefonda da… komikti.”

Baran da ekledi:

“Sen devam et, seninkiler önemli şimdi.”

Hayal bir şey demedi.

Başını eğdi.

Gülümsemedi bile.

Su şişesini hafifçe kenara itti.

Sonra notlarına döndü.

Sanki kırılmıyormuş gibi…

Sanki gülmelerin neye olduğunu hissetmiyormuş gibi...

Hayal herkesin eksik kalan kısımlarını toparladı.

Grafikleri çizdi, başlıkları düzeltti.

Sadeleştirdi, yazdı, yazdı…

Saatler geçti.

Sonra Baran, Arda’ya yanaşıp fısıldadı:

“Vay be… Demek işe yarıyormuş bu kız ha.”

Ses tonunda sadece küçümseme vardı.

İnsan değil, araç gibi...

Ada bir anda parladı.

“Sus gerizekalı! Kız duymasın!”

Hayal duydu mu bilinmez...

Ama başını hiç kaldırmadı.

Kalemi tutan parmakları biraz daha sıkıldı.

Gözleri hâlâ deftere bakıyordu…

Birkaç saat sonra ödevler bitti.

Herkes arkasına yaslandı.

Baran, Arda “Ohh be” diyerek gerindi.

Ama Hayal hâlâ sessizdi.

Kendine teşekkür edilmesini bile beklemiyordu.

Çünkü…

Beklemekten çoktan vazgeçmişti.

Kahveler konuşulmaya başlanmıştı artık.

Ödevler bitmiş, herkes rahatlamıştı.

Baran yaslandığı yerden Hayal’e döndü:

“Kahve içer misin?”

Hayal şaşırdı.

Bir an içi ısındı…

Tam gülümseyecekti ki, Baran devam etti:

“Merak etme, ben ödicem. Söyliyim sana bi kahve.”

Cümle, sımsıcak gelen bir teklif değil;

sanki bir lütuf gibiydi.

Hayal’ın içi ürperdi.

Yutkundu.

“Yok… istemem. Teşekkür ederim.”

Bir şey demeye cesaret edemedi.

Ama sesi titremişti.

Baran omzunu silkti:

“İyi, sen bilirsin.”

Sonra yeniden planlara dönüldü.

“Yarın şu kafeye gidelim mi?”

“Orada canlı müzik varmış.”

“Ben ararım sizi,” dedi Ada.

Herkes “Tamam” dedi.

Hayal da usulca ekledi:

“Tamam olur...”

O gün orada bitti.

Kalbi çoktan yorulmuştu ama yine de umut etti.

Belki bu sefer gerçekten çağıracaklardı.

ERTESİ GÜN – “Bekleyiş”

Saat sabah 10:32

Telefon sessiz.

Hayal mesajlara bakıyor.

Bildirim yok.

12:15

Hâlâ bir şey yok.

15:08

Hâlâ yok.

Hayal kendi kendine fısıldadı:

“Herhalde iptal oldu…”

Ama sonra Instagram’a girdi.

Ve bir anda...

Gördü.

Ada'nın hikayesi.

Baran’ın masaya koyduğu kahve.

Arda’nın canlı müzikten çektiği video.

Hepsi oradaydı.

Onlar gitmişti.

Sadece onu çağırmamışlardı.

ADA’YA MESAJ

Hayal parmaklarını titreyerek klavyeye götürdü:

“Galiba gittiniz…

Bana kimse yazmadı da… merak ettim.”

Bir süre sonra cevap geldi.

Ve o cevap, bıçaktan daha keskindi.

ADA’NIN MESAJI

“Hayal… sana nasıl desem bilmiyorum ama

senin enerjin çok düşürüyor bizi.

Sürekli evde annenle kalmak, hiçbir yere gelmemek, hep ciddi olmak...

Aramızda olmak için çok sıkıcısın.

Kimse seni kötü biri olarak görmüyor ama

biz böyleyiz ve herkes her ortama uyamayabilir.

Lütfen yanlış anlama, seni kırmak istemem.

Sadece… fazlaymışsın gibi geliyor. Bizi de anla.”

Ödevler için seni kullandık sayılır ama seni yanımıza aldık ona sayarsın. dedi kahpece.

Hayal mesajı okudu.

Okudu…

Bir daha okudu…

Ve bir kez daha.

Gözleri donuktu.

Gözyaşları boşluğa aktı ama sesi çıkmadı.

Telefonu kenara attı.

Ve sadece karnına sarılarak ağlamaya başladı.

“Fazlaymışım…”

Bir insanın duyabileceği en sessiz kırılmaydı bu.

Ve o an…

İçinde bir şeyler kırılmadı sadece…

Yandı.

Hayal, gözyaşlarını silmeye bile uğraşmadan koltuğa gömülmüştü.

Telefon kenarda duruyordu.

Sanki biraz önce canını yakan kelimeler hâlâ havada asılıydı:

“Fazlaymışsın gibi…”

O sırada odadan annesi çıktı.

Zayıf, yavaş adımlarla yanına geldi.

Bir şey demedi önce.

Yalnızca baktı.

Sonra yere oturdu, kızının yanına.

Ve o soruyu sordu:

“Ne oldu kızım? Neyin var?

Neden ağlıyorsun?”

Hayal, çırpınan nefesini bastırdı.

Yutkundu.

Annesini üzmemek için…

Onu korumak için…

“Sınavda stres yaptım, anne.”

“Ona ağladım… geçer. Sorun yok.”

Annesi bir şey demedi hemen.

Gözleriyle kızının gözlerini süzdü.

Sanki her şeyi anlıyordu ama susuyordu.

Sadece elini uzattı, saçlarını okşadı.

Bir süre sessizlik oldu.

Sonra Hayal, bir anda başını annesinin omzuna yasladı.

“Senden başka kimsem yok…”

“Beni bırakmazsın, değil mi?”

Annesi sarıldı, sesi kısıktı ama yüreği güçlüydü.

“Ah benim canımdan çok sevdiğim kızım…

Seni bırakır mıyım hiç?

Elimden geldiğince,

gücüm yettiğince…

hep yanında olacağım.”

O an, Hayal’in içindeki buzlar biraz eridi.

Yüreğine küçük bir sıcaklık yayıldı.

Tam iyileşmek değildi belki…

Ama bir nefeslik huzur gibiydi.

ERTESİ GÜN:

Okulun bahçesi, hafif rüzgârla kıpırdanan ağaç yapraklarıyla doluydu.

Hayal, yavaş adımlarla çıkış kapısına doğru ilerliyordu.

Gözleri yerdeydi, ama kalbi ayaktaydı.

O sırada göz ucuyla bir masaya takıldı.

Oradaydılar.

Baran, Arda, Ada…

Ve yanlarında iki yeni yüz daha.

Yüksek sesli kahkahalar, havada savrulan cümleler…

Cips poşetleri, telefon ekranları, yapay neşeler…

Baran bir şey anlatıyor, Arda kahkahayı basıyor.

Ada göz devirmeyi unutmadan gülümsüyor.

Yeni gelen kız kıkırdıyor, çocuk ise cep telefonuyla bir şeyler gösteriyor.

Hepsi bir masadaydı.

Ama hiçbirinin gözlerinde gerçeklik yoktu.

Hayal uzaktan baktı.

Onları değil, içlerindeki hiçliği izledi.

Ve o an fark etti:

“O masada yokum, evet.

Ama belki de o masa… hiçbir zaman gerçek değildi zaten.”

Bir gülümseme geldi dudaklarına.

İlk defa zorlama değildi.

Yalnız değildi belki…

Ama artık eksik de hissetmiyordu.

Arkasını döndü.

Ve yürümeye devam etti.

Yalnızlığıyla.

Hayal eve doğru yürüdü, yorgundu ama içi umutluydu.

Kapıya geldi, çantasını yere bıraktı.

Anahtarı çıkardı, kapıyı açtı.

Seslendi:

“Annecim, ben geldim.”

Sessizlik.

Cevap yoktu.

İçeri adım attı, ışıklar solgundu.

Tekrar seslendi:

“Annecim, ben geldim…”

Odaya yöneldi.

Kapı hafif aralıktı.

İçeri bakarken, nefesi kesildi.

Annesinin dudaklarından yavaşça, sessizce, koyu kırmızı kan damlaları sızıyordu.

Bir yığın sessizlik ve ölüm vardı o odada.

Hayal’in kalbi yerinden çıkacak gibiydi.

Eli ayağı birbirine dolaştı, gözleri karardı.

Bir an için her şey dondu, dünya sessizleşti.

Sonra kendine geldi.

“Anne! Sakın gitme! Anne!”

Çığlık attı.

Yere çömeldi, elleri titreyerek annesinin ellerini tuttu.

“Benimle kal… Benimle kal, anne!

Nolur… senden başka kimsem yok!”

Kendi sesi bile yabancıydı, hıçkırıkları evin içinde yankılandı.

Hızla telefonunu çıkardı, elleri titreyerek ambulansı aradı.

Kalbi acıdan parçalanıyordu.

HASTANE KORİDORU

Hayal, ambulansla hastaneye varır varmaz doktorların etrafını sardı.

Gözlerinde umutsuzluk, yüreğinde korku…

Doktor ameliyathaneden çıktı:

Beyaz önlüklü bir doktor, sakin ama ağır bir ifadeyle Hayal’e yaklaştı.

“Maalesef… hastamızı kaybettik.”

O sözler, ağır bir tokat gibi indi Hayal’in ruhuna.

Bütün dünya bir anda karardı.

DÜNYANIN YIKILIŞI

Hayal’in dizleri yere çöktü.

Çığlık atmak istedi ama boğazı düğümlendi.

Gözyaşları sel olup aktı.

O an anladı:

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Yalnızlık… acı… kayıp…

Bütün yük bir anda omuzlarına çökmüştü.

Hayal perperişan haldeydi.

Okula gitmiyordu artık.

Günler boyunca evin içinde, annesinin boş yatağında oturuyordu.

Gözyaşları tükenmişti, kalbi susmuştu.

Yüzü ifadesiz, ruhu donuktu.

Artık ne su içiyordu, ne yemek.

Vücudu çaresizce tepki veriyordu ama o umursamıyordu.

Zamanla beden güçsüzleşti.

Bir sabah…

Bayıldı.

Ancak yalnızdı.

Kimse fark etmedi.

Kimse müdahale edemedi.

Ve o an, Hayal

kimsesizliğin en acı halinde

hayatını kaybetti.

Günler sonra, kiracısı ve komşuları merak edip kapıyı açmaya karar verdi.

Yedek anahtarla içeri girdiler.

Ve orada buldular onu…

Hareketsiz, soğuk…

Hayal’in cansız bedenini.

Olay yerine polis ve sağlık ekipleri çağrıldı.

Onlara sorulduğunda, Hayal’in yanında kimsesi olmadığını söylediler.

Hayal, artık bir adresten çok, bir hatıra olmuştu.

Ekipler arasında, Hayal’in sistemde bulunan bir başvuru:

“Eğer ben ölürsem, organlarımı bağışlayın.” başvurusu.

Hayal kimsesizdi ama masumluğu ve kalbinin güzelliğiyle zor durumda olanlara hayat olmuştu.

O başvuruyu fark eden sağlık görevlileri, gözyaşlarını tutamadı. Çünkü kimsesizdi ve yapayalnız veda etmişti aramızdan.

Hayal…

Dünyadan sessizce çekilip gitmişti.

Adı gibi…

Bir hayal olmuştu.

Ve yazardan son bir mesaj:

Bu dünyada yaşamak için; masum, iyi ve hassas kalpli, karakterli ve pamuk yürekli olmak sadece bir HAYAL.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ERKEKLERİN MANİPÜLASYONLARI

Kızların hayatta yaşadığı zorluklar

Kısa kurgu: Engelsiz aşk