KALEM
.jpg)
Sabah... Güneş perdenin aralığından sinsi sinsi süzülüyor. Yatağında horuldayan Kuzey, beşinci alarmda kendini yataktan aşağı sarkıtarak uyandı. Rutine alışkın bir beden: banyoya sürüklendi, yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı. Duş aldı, terliklerini savura savura mutfağa geçti. Yarım ekmek arasında peynir sıkıştırırken hâlâ gözleri tam açılmamıştı. Salona geçti. Sehpanın üzerindeki telefonunu ararken, gözleri masanın üstünde duran şeye takıldı. Bir kalem. Simsiyah, neredeyse parlayan bir mürekkep kalemi. Ağır duruyordu, asil. Ama… bir sıkıntı vardı. “Bu da ne lan?” dedi. Eline aldı. Tanıdık gelmiyordu. “Benim değil bu. Eve de kimse gelmedi ki… Haa? Belki eski sevgilim mi bıraktı?.. Yok o da aylar oldu.” Omuz silkti. “Boş ver.” Ama kalem… garipti. Dokusu deriydi sanki. “Yazıyor mu bu?” dedi. Bir defter kenarına minik bir çizik atmak istedi. Ama elinden çıkan şey ince uzun bir yılan figürü oldu. Ve o çizik... Kıvrılarak canlandı. ŞLAAAK. Bir yılan, defterin içinden kıvrıla kıvrıla ...