AYNA

 


Nehir, içine kapanık, sessiz, gözlemci bir üniversite öğrencisidir. 

Uzun süredir karşı bölümde okuyan Doruk adında bir çocuğa platoniktir. Onu kantinde izler, sosyal medyasına sessizce bakar ama asla konuşmaz. 

Nehir, odasında tek başına geçirdiği uzun gecelerde hayal kurar. Aşkı hep içindedir. 

Arkadaş çevresi çok dardır, günlük tutar. Aşırı hayalci biri ama zamanla gerçekle hayali ayırt etmede zorlanmaya başladığını düşünür. 

  

Bir gece yarısı, elektrikler kesilir. Nehir, odasında bir mum yakar. 

  

Aynaya bakarken, birden ayna buğulanır gibi olur ve aynada Doruk’un yüzü belirir. 

  

Nehir panikler, gözlerini ovuşturur, ama görüntü gitmez. 

  

Doruk, kendi odasındadır. Kitap okurken, sonra telefonu çalar, bir konuşma yapar. 

  

O an Nehir, adamın o anki halini görmeye başladığını fark eder ama adam onun aynadan baktığını bilmez. 

  

Nehir başta bunu bir halüsinasyon zanneder ama aynaya her baktığında Doruk’un farklı anlarda izler. 

  

Bazen sokakta yürürken, bazen yemek yerken hatta bazen birini takip ederken... 

  

Bu sırlar, Nehir’in içinde korkuyla birlikte garip bir heyecan da yaratır. 

  

Onu tanıma fırsatını "gözetleyerek" bulmuştur, ama bir şeyler ters gitmeye başlar. 

  

  

Gece, saat 03:19. 

Oda sessiz. Yalnızca sokaktan gelen aralıklı araba geçişleri. 

Nehir, uykudan uyanmış gibi. Ter içinde, nefesi kesik. Su içmek için kalkıyor. Sonra, aynaya yöneliyor — istemeden. 

  

Bir an durur. Gözleri kararsız. 

Ama sonra bakar. 

  

Ve o an... 

  

Aynanın içi buğulu bir sisle kaplanır gibi olur, sonra netleşir. 

  

Doruk. 

Ama yalnız değildir. 

Bir yatakta... bir kadınla. 

Üst üste geçen tenler, kesik nefesler, boğuk inlemeler, terli bedenler... 

O kadının gülüşü tırmalayıcıdır. 

Doruk’un gözleri ise... sanki Nehir hiç var olmamış gibi yabancı. 

  

Nehir'in gözbebekleri büyür. 

Kalbi sanki biri eline almış ve yavaşça sıkıyordur. 

Ayakta durmakta zorlanır. 

Eli aynaya gider ama dokunamaz. 

Sanki içerideki sahne gerçek değilmiş gibi gözlerini kapatır. 

Ama sesler hâlâ oradadır. 

Sanki o odada duvarın arkasında duruyormuş gibidir. 

  

    “Dur artık... yeter,” diye fısıldar kendine. 

  

Ama ayna durmaz. 

  

O an, kalbindeki Doruk bir anda yerle bir olur. 

İçinden yükselen duygu yalnızca kıskançlık değildir. 

Aşağılanma. 

Kırılma. 

Kendi varlığının hiçe sayılması. 

  

Ağlamaz. 

Bunu bile yapamaz. 

Sadece donakalır. Gözleri ayna camında. 

  

Ertesi Gece. 03:58 

  

Nehir aynaya bağımlı oluyor. Ya da ayna Nehir'i kendine bağlıyor 

  

Nehir'in gözleri uykusuzluktan kızarmış. Aynanın karşısında. 

Dizlerinin titrediğini hissetse de kıpırdayamıyor. 

Oda buz gibi. 

Ama alnında ter var. 

  

Ayna yeniden bulanıklaşıyor… 

Bu kez yavaş değil. Ani. Sanki biri camın arkasından içeri bakıyor. 

  

Ve o an… 

  

Doruk, karanlık bir sokakta. 

Üzerinde siyah bir mont, başında kapüşon. 

Hızlı adımlarla bir adamı takip ediyor. 

Etraf sessiz. Nehir, kulaklarında kendi kalp atışını duyabiliyor artık. 

  

Adam dönüyor. 

Konuşma yok. 

Sadece boğuk bir “Hey!! n’oluyor?” sesi. 

  

Sonra... 

  

Bıçak. 

Parlak, soğuk, metal bir çizgi. 

  

Doruk, bir anda adamın üstüne atlıyor. 

Sanki içinde bir şey kopmuş. 

Öfke değil bu — sanki delilikten zihni dönmüş biri gibi, sessizce ölüme terk ediyor karşısındakini. 

  

Adam çığlık atıyor ama ses aynada yankılanmıyor. 

Sadece kanın yere düşüş sesi var. 

Bir, iki, üç… Doruk defalarca saplıyor bıçağı. 

Gözleri ifadesiz. Dudakları kıpırtısız. 

İlk başta titreyen elleri, sonunda soğukkanlılıkla sabitleniyor. 

Doruk sanki bir yaratıkmış gibi. 

  

Nehir artık bakamıyor, ama gözlerini de kapatamıyor. 

Burnuna kan kokusu geldiğini zannediyor. 

Karnı bulanıyor. 

Ve başı dönüyor kendini yatağa atıyor. 

  

Ertesi gün, sabah. 

Nehir hâlâ kendine gelmiş değil. Geceden beri doğru düzgün uyumamış, midesi bulanıyor, elleri titriyor. 

  

Ama hayat... devam ediyor gibi görünüyor. 

Ve Nehir, mecburen okula gidiyor. 

  

Kampüs... her zamanki gibi kalabalık. 

Ama Nehir’in gözünde her şey flu. 

Sanki herkesin yüzü bulanık, ama tek bir yüz net: Doruk. 

  

Koridorda, bir grup arkadaşıyla gülüyor. 

Omzunda çantası, rahat yürüyüşü, gözlerinde bir gram endişe yok. 

Hiçbir şey olmamış gibi. 

  

Nehir’in nefesi kesilir. 

Dizleri boşalır. 

Dudakları titrer, içinden “O yaptı... ben gördüm,” demek geçer. 

  

Ama sesi çıkmaz. 

  

Ve o an… 

  

Doruk göz ucuyla Nehir’e bakar. 

Tanımamış gibi. 

Ama belki de tanımış gibi. 

  

Nehir’in gözleri kararır. 

Yerdeki fayanslar birden yana yatmaya başlar. 

Bayılır. 

İnsanlar başına toplanır. 

“Biri su getirsin!” 

“Hocayı çağırın!” 

Karmaşa. 

  

Nehir, birkaç saat sonra evindedir. 

Yatakta doğrulur. Annesi ve babası başındadır. 

“Aç mısın?” 

Cevap veremez. 

Sadece aynaya bakmak ister. O cezalı parça cam... onu çekmektedir. 

Nehir ailesine ben iyiyim beni yalnız bırakın der. Ama hiç de iyi görünmüyordur. 

 

Yatağında uyur ve gece bir an uyanır. 

  

Aynanın karşısına geçer. 

  

Bu kez hiçbir şey olmaz. 

Uzun süre bakar. 

“Yok,” der gibi başını sallar. 

  

Ama sonra... 

  

Ayna titremeye başlar. 

Bir sis yükselir camdan. 

Görüntü gelir. 

  

Doruk. 

Karanlık bir odada. Yalnız. 

Cep telefonuyla birini aramış gibi, ama kendi kendine konuşur gibi. 

  

Ve ses net bir şekilde duyulur: 

  

    “O kız... okulda bayılan. Nehir değil mi adı?” 

  

    “Onun işini bitirmem lazım. Beni gördü. Bakışları farklıydı.” 

  

    “Kendimi garantiye almam lazım. Çok dikkatli olmalı. Bu gece olabilir...” 

  

Nehir, tüm vücudunun buz kestiğini hisseder. 

Ayak parmaklarından saç köklerine kadar. 

Kalbi boğazında çarpar. 

  

    “Bu gerçek mi?! Gerçek mi bu!?” 

  

    “Ben... ben...” 

  

    “Polisi aramalıyım... hemen.” 

  

  

Titreyen ellerle telefonu alır. 

Polisi arar. 

Ses kesik kesik çıkar ama kararlıdır: 

  

    “Beni öldürmek isteyen biri var.” 

  

    “Adı... Doruk. Üniversitede okuyor.” 

  

    “Birini öldürdüğünü gördüm. Dün gece. Her şeyini biliyorum. Planlarını... her şeyi...” 

  

    “Lütfen biri beni dinlesin.” 

  

Görevli sorular sormaya başlar: 

  

    Nerede gördünüz? 

  

    Ne zaman? 

  

    Kanıtınız var mı? 

  

Nehir cevap veremez. 

Aynayı söyleyemez. 

Çünkü o zaman kimse ona inanmaz. 

Ama sesi çatlar: 

  

    “Lütfen... biri gelsin. Yoksa geç olacak.” 

  

Nehir’in şikâyeti üzerine polisler Doruk’u ifadeye çağırır. 

  

İfade salonu kalabalık değildir. 

Nehir bir köşede beklemektedir, elleri buz gibi, gözleri cam gibi boş. 

Doruk içeri girer. 

Rahat tavırlarıyla, bir anda göz göze gelirler. 

  

Doruk’un gözleri kısılır. 

Bir yabancıya bakar gibi: 

  

    “Bu... kim? Ne oluyor?” 

  

    “Memur bey bir yanlışlık olmasın? Bu kızla hiçbir alakam yok.” 

  

Polis sorguya başlar. 

Nehir’in verdiği bilgiler titizlikle incelenir. 

Cinayet saati olarak verdiği zaman dilimine ait kayıtlar ortaya çıkar. 

  

Ve sonra… 

  

GÖRÜNTÜLER. 

Doruk, o gece evinde... 

Kendi dairesinin güvenlik kameraları. 

Saat 03:52’de marketten döndüğü, sonra apartmana girdiği, 04:10’da çöp attığı görüntüler. 

  

Polis memurlarından biri döner: 

  

    “Hanımefendi, Doruk Bey’in o saatte dışarı çıkmadığına dair net görüntüler var. Cinayet dediğiniz kişi de zaten yaşıyor. Sizin verdiğiniz tarifte kimse bulunamadı.” 

  

Nehir’in gözleri kararıyor. 

Baş dönmesi. 

Elleri titriyor. 

Ama bu kez korkudan değil, çaresizlikten. 

  

    “Hayır... Hayır, bu olamaz. Ben gördüm. O yaptı. O öldürdü. O aynadaydı. GÖRDÜM!” 

  

Polisler bakışıyor. 

Dosya kapanıyor. 

Ama başka bir dosya açılıyor. 

  

Hastaneden gelen iki görevli içeri giriyor. 

Nehir’in yakını (ailesi ya da reşit değilse velisi), psikolojik geçmişinden bahsetmiş olabilir. 

  

Görevli kadın, yumuşak ama tok bir sesle konuşur: 

  

    “Nehir Hanım, sizinle biraz konuşmak istiyoruz. Sizi kontrol etmek için kısa bir gözlem sürecine ihtiyacımız var.” 

  

    “Hayır!” 

  

    “Ben deli değilim!” 

  

    “O yaptı! GÖRDÜM! GÖRDÜM!” 

  

    “Lütfen... beni götürmeyin, ne olur!” 

  

Çığlık atar. 

Tırnakları avuçlarına batar. 

Ama kollarından tutulur. 

Odada herkes susar. 

Doruk bile donup kalır. 

O an Nehir’in gözlerinde artık tek şey vardır: inkâr edilemeyen bir yıkım. 

  

Güçlükle sedyeye yatırılır. 

Kapatılmış gözlerle koridordan geçerken, bir kez daha gözlerini açar… 

Ve orada durur. 

  

Bir aynanın yansımasında, Doruk’un gülümsediğini görür. 

  

Soğuk. Sessiz. Ve şeytani. 

  

Hastane kapısında tabelada “Gözlem ve Ruh Sağlığı Ünitesi” yazılıdır. 

Kapı kapanır. 

Camın ardında sadece Nehir’in boş bakışları kalır. 

  

Ve iç sesi fısıldar: 

  

    “Gerçek olan bendim… 

    Ama artık kimse inanmıyor.” 

  

Deliler hastanesi. Gece. 

Sessizlik öyle derin ki, duvarlar bile nefes alıyor gibi. 

Koridorlar beyaz, pencereler parmaklıklı. 

Nehir, ağır adımlarla tuvalete doğru yürür. 

Bembeyaz ışık altında, gölgeler uzun uzar. 

  

Kapıyı açar. 

Lavaboya doğru yürür. 

Başını kaldırır, aynaya bakar… 

Bir an hiçbir şey yok gibi. 

  

Ama sonra. 

  

Ayna, tekrar titrer. 

Ve o tanıdık, soğuk gülümseme belirir. 

  

Doruk. 

  

Karanlık bir arka planda. 

Yüzünde ürkütücü bir huzur var. 

Sanki her şeyin planlayıcısı oymuş gibi. 

  

Ve konuşur. 

  

    “Artık yeni yerinde mutlusundur umarım…” 

  

Durur. 

  

    “Bundan sonra ben seni buradan izleyeceğim.” 

  

Gözleri delip geçer. 

  

    “Kendine iyi bak, sevgili platoniğim.” 

  

O an Nehir’in gözleri büyür. 

Ağzı açık kalır. 

Çığlık atar. 

  

Sadece bir çığlık değil. 

İçinden yırtılarak çıkan, boğuk, kesik, ruh parçalı bir çığlık. 

  

Lavabonun kenarına tutunur. 

Nefesi kesilir. 

Dizleri çözülür. 

Sanki içindeki tüm dünya yıkılmıştır. 

  

Kapı açılır, görevli hemşire içeri girer. 

  

    “Nehir?! Nehir ne oldu?!” 

  

Ama Nehir konuşamaz. 

  

Aynaya döner… 

Doruk yoktur. 

Sadece kendi yüzü. 

Solgun, dağılmış, parçalanmış yüzü. 

  

Ve sadece kendi fısıltısı kalır: 

  

    “Gerçekti… 

    Ben delirmedim. 

    GERÇEKTİ…” 

 

Nehir, o geceden beri hiçbir şey konuşamıyor. 
Aynaya o çığlığı attığı geceden beri kimseyle göz teması bile kuramıyor. 

Beyaz duvarlar, ilaçlı sabahlar, boğuk saat tik takları… 
Zaman, artık yavaş akan bir cehennem. 

Bir gün… 
Görevliler odaya giriyor. 
İkisi de gülümsüyor, ama o gülümsemelerde bir tuhaflık var. 

Biri elinde büyükçe bir şey taşıyor. 
Bezle örtülü. Ağır gibi. 

Yavaşça yatağın yanına yaklaşırlar. 

Ve o an… 
Derin, kalın, insan gibi olmayan bir ses, görevlinin ağzından çıkar: 

Bak... sana hediye olarak ayna aldık.” 

“Beğendin mi?” 

Nehir’in gözleri büyür. 
Ellerini kaldırmak ister ama vücudu kıpırdamaz. 
Aynanın üzerindeki örtü yavaşça kaldırılır. 

O... ayna. 
Kırık. Kararmış. 
Ama içinden bir şey çekiyor gibidir. 
Bir boşluk, bir karanlık, bir delik... 

Nehir bağırmak ister. 
Ama ağzından tek bir ses çıkmaz. 

Ve bir anda — CAM BİR SES. 
Sanki ruhu içeri çekilir gibi. 

Nehir’in gözleri boşalır. 

 

Aynanın içinde Nehir’in silueti. 
Camın ardında hapsolmuş, nefes alamaz gibi çırpınıyor. 
Ellerini cama vuruyor. 

Ama onu kimse duymuyor. 

Görevliler arkasını döner, odadan çıkar. 
Kapı kapanır. 
Ve kameranın odağa aldığı son sahne: 

Aynanın içinden Doruk’un fısıltısı: 

“Artık hep yanımdasın… ARTIK SEVGİLİYİZ...” 

Yorumlar

  1. Bence doruk Nehir'i sevdiği için her şeyi planladı. Kesin aşık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ERKEKLERİN MANİPÜLASYONLARI

Kızların hayatta yaşadığı zorluklar

Kısa kurgu: Engelsiz aşk