YANSIMA

 


Demir, sıradan bir adamdı. Ne mutlu bir çocukluk geçirmişti ne de huzurlu bir hayatı olmuştu. Yalnız, içine kapanık, sessiz biriydi. Çoğu zaman kendine bile tahammül edemiyordu. Günleri birbirini tekrar ediyor, geceleri uykusuzluk ve kabuslar arasında boğuluyordu.

Ama asıl korkunç şey, son zamanlarda başlamıştı.
Gece yatağa gitmeden önce lavaboda dişlerini fırçalarken aynaya bakmıştı.
Ve... o an.
Aynadaki yansıması ona bakıp, dudaklarını yavaşça aralayıp korkunç bir şekilde gülümsemişti.
Ama kendisi gülmemişti.
Yansıması hareket ediyordu, o kıpırdamadan dururken.
Demir donup kaldı. Kalbi deli gibi atıyordu. Gözlerini ovuşturdu. Yansıma normale dönmüştü.

Birkaç gece daha geçti. Her gece aynada aynı şey oluyordu.
Ve artık aynadaki o şey, bazen dudaklarını oynatıyor ama sesi çıkmıyordu.
Sanki “sana yaklaşıyorum” dermiş gibi...
Demir geceleri ışık açmadan tuvalete bile gidemez olmuştu. Uyumaktan korkuyordu.

Bir sabah aynaya bakmadan hızlıca dışarı çıktı.
Doğruca bir psikoloğun kapısını çaldı.

Odasına girdiğinde, koltuğa oturdu ve gözlerini kaçırarak konuştu:

    “Bana deli diyeceksiniz ama... Aynadaki ben, bana bakıp sırıtıyor. Ben hareket etmiyorum ama o ediyor. Bana bir şey söylemeye çalışıyor. Sanırım... artık... gerçeklikle aram bozuldu.”

Psikoloğu not alırken başını kaldırdı, sakin bir sesle konuştu:

    “Demir... Öncelikle sana deli demeyeceğim. Bunlar zihinsel bir rahatsızlığın belirtisi olabilir. Ama korkma. Senin aklın, seni korumaya çalışırken bazen seni böyle kandırabilir. Seni iyileştirmek için buradayım.”

Demir gözlerini kapattı. Bir anlığına kendini güvende hissetti.
Ama odanın köşesindeki küçük aynadan, o karanlık gülümseme hâlâ ona bakıyordu.

Demir, psikoloğun odasından çıktığında kendini biraz daha hafiflemiş hissetmişti. En azından biri onu dinlemiş, ona “deli” dememişti. Ama ne kadar anlatırsa anlatsın, içindeki o huzursuzluk geçmiyordu. Sanki bir şey, çok yakında, onu bekliyordu.

Evine döndüğünde aynalardan özellikle uzak durmaya çalıştı. Perdeleri kapattı, ekranları kapattı, hiçbir yüzeyin yansımasına bakmak istemiyordu. Hatta telefonu bile ters çevirdi. O gece sessizce kendine bir tabak yemek hazırladı, hızlıca yedi. Kafasını kaldırıp etrafa bakmamaya özen gösteriyordu.

Ama… Doğası gereği, lavabo kullanmak zorundaydı.
Kendine telkin verdi:

    “Korkacak bir şey yok. Aynaya bakmadan yıkar çıkarım.”

Işığı açtı. Başını eğdi, musluğu açtı. Su sesi o küçük banyoyu doldururken, kendi nefes alışverişini dinledi. Ellerini köpüklüyordu. Ellerini ovalarken bir an göz ucuyla yukarıya baktı…

Ve o an…
Aynadaki “kendisi” yoktu.
Yansıma, bir anda aynanın içine doğru çökmüş gibi, çarpık bir açıyla yukarıdan bakıyordu ona.
Baş aşağı, yüzü tam cama yapışık, gözleri kocaman açılmış.
Ve ağzı...
İğrenç, abartılı bir sırıtışla dişlerini gösteriyordu.
Öyle bir gülüş ki... Sanki dişleri normal insandan fazla, sanki ağzı kulaklarına kadar yırtılmıştı.

Demir’in yüreği ağzına geldi.
Bir adım geri attı, sırtı kapıya çarptı. Ellerinden su damlıyordu hâlâ.
Ama o şey...
Bakıyordu. Gözlerinin taa içine bakıyordu.
Ve gülüyordu. Sanki konuşacak gibiydi.
Ama camın ardında kıpırdamadan duruyordu.

Demir aniden kapıyı açıp kendini dışarı attı. Kalbi deli gibi atıyordu.
Tuvaletin kapısını kapattı.
Sırtını duvara dayayıp nefes nefese kaldı.

Kafasında tek bir cümle yankılanıyordu:

    “Beni bırakmıyor…”

Demir, evinde yansıma olan her şeyi kaldırmıştı. Camlar, bardaklar, televizyon ekranı, telefon ekranı… Ne bulduysa ters çevirmiş, ne bulduysa yok etmişti.
Bir köşeye çekildi. Sırtını duvara dayayıp oturdu. Telefonu eline aldı.
Korkarak.
Ekranına baktı.
Ekranda karanlık odanın yansıması vardı. Kendisinin silik görüntüsü…

Ve yine…
O sırıtış.
Pis, tiksindirici, sahte bir gülüş.
Dişler.
Gözler.
Tam oradaydı.
Demir irkildi, refleksle telefonu yere fırlattı.
"Yeter lan!" diye bağırdı. Yumruklarını sıktı.

    "Ne istiyorsun benden?!"

O gece uyumadı. Sabah olur olmaz tekrar psikoloğun yolunu tuttu.
Elleri titreyerek kapıya vurdu, içeri girdi. Kadın psikolog onu görünce yüzü ciddileşti.
Demir anlatmaya başladı:

    "Artık dayanamıyorum... Ne yaparsam yapayım kaçamıyorum. Nereye baksam, orada o pis sırıtışıyla duruyor.
    Ne yapmam gerek bilmiyorum, yardım edin.
    Ne isterseniz veririm. Paramı, zamanımı, ömrümü, ne gerekiyorsa!"

Kadın psikolog onu sakin bir sesle dinledi.

    "Demir... Bak, bu senin hastalığın. Sana zarar vermek isteyen bir varlık yok. Senin beynin sana oyun oynuyor. Biz bunu aşabiliriz.
    Ama savaşmayı bırakma. Kendinden korkmayı bırak."

Seanslar devam etti. Günler, haftalar geçti.
Kadın her tekniği denetti: Nefes çalışmaları, aynalarla yüzleşme terapisi, ilaç tedavisi, hayal kırıklığı kabullenişi…
Demir pes etmedi.
Kadın da pes etmedi.

Ve bir gün.
Demir evinde oturuyordu.
Telefonunu eline aldı.
Ekrana baktı.
Ve…
Hiçbir şey yoktu.
Kendi yansıması, olduğu gibi, normal.
Ne sırıtış. Ne karanlık gözler.
Sadece kendisi.
Normal. Sessiz. Dingin.

Şüpheyle bir daha baktı.
Evet…
Ne yaparsa, o yapıyordu.
Korkulacak hiçbir şey yoktu.

Kalktı.
Lavaboya gitti.
Aynaya baktı.
Yansıması, olması gerektiği gibiydi. Ne eksik, ne fazla.
Demir bir anda içinin ferahladığını hissetti.
Göğsüne yıllardır ilk kez hafiflik doldu.
Bir tebessüm etti. Kendi gerçek gülüşü.

    "Bitti... Artık seni görmüyorum."

Demir, lavabodaki aynaya bakarken kendini ilk kez normal görmenin rahatlığıyla hafifçe tebessüm etmişti.

    "Bitti… artık yok…"

Aynadaki yansıması da aynı şekilde gülümsedi.
Ama sonra…
Yavaşça elini kaldırdı.
Ve… bir anda… şampanya çıkardı.
Patlattı. Köpükler sıçradı, bardak çıkardı, doldurdu.
Gözünün içine baka baka sevinçle kutluyordu.

Demir’in yüzü bir anda düştü.

    "Ne oluyor lan… yine mi başlıyo bu saçmalık?"

Geri çekildi. Sinirlenerek:

    "Siktir git lan şuradan!" diye bağırdı.

Ama aynadaki yansıma, kafasını yana eğerek o iğrenç, o çarpık gülümsemeyle konuştu:

    "Seni bırakıp… nereye gidebilirim… Demiiir…"

Demir dondu kaldı. Kalbi ağzına geldi. Hemen kapıyı açtı, kendini tuvaletten dışarı attı. Hızlı hızlı nefes aldı. Duvara sırtını yasladı.
Kafasında dönüp duran tek şey vardı:

    "Bu… gerçek mi? Ben… kafayı mı yedim?..."

Ama sonra sinirle geri döndü. Aynanın karşısına dikildi.

    "Madem konuşabiliyorsun… Hadi, anlaşalım. Yeter lan, çık beynimden artık! Yeter!"

Aynadaki yansıma, kafasını hafif yana yatırarak pis bir kahkaha attı.

    "Ama ben… sensiz ne yaparım Demiiiiiiiir…"
    "Benden kurtulmak için başka kadına gittin, hee? Psikologla oyun oynadın… Heee?"
    "Siz erkekler… hep aynısınız…!"

Ve tekrar… boğuk, rahatsız edici, delirtici bir kahkaha…
Demir başını iki yana salladı, saçlarını çekti.

    "Lan… sen taşak mı geçiyon?! Ne yaşanıyor beynimde?!"

Yansıma cevap verdi:

    "Hayatta yaşayamıyorsun… O zaman bırak beyninde yaşansın… piç kurusu…"
    "Burası… artık senin evin."

Yine o kahkaha.
O kahkaha beynine saplanıyordu.

Demir artık daha fazla dayanamayarak kendini banyodan attı. Salondaki koltuğa oturdu.
Nefes nefese, titreyerek…
Kalbi sanki boğazından çıkacak gibiydi.
Bir şey…
Bir şey gerçekten onu içten içe yiyordu.

Demir soluğu yine psikoloğun odasında aldı. Kapıyı hızla açtı, adımlarından belli oluyordu, bu sefer çok daha kötü durumdaydı. Gözlerinin altı morarmış, elleri titriyordu. O sandalyeye oturduğu an patladı:

    "Bu sefer… bu sefer konuşuyordu! Eğleniyordu benden! Gülüyordu! Resmen benimle dalga geçiyor! Senin o saçma metotların yüzünden daha kötü oldum! Senin yüzünden!"

Psikolog kadın sakinliğini korudu. Not almayı bıraktı, ellerini masanın üstüne koydu, ses tonunu yumuşattı.

    "Demir… sakin ol. Lütfen. Derin nefes al. Sana söz veriyorum, pes etmeyeceğim. Elimden ne geliyorsa yapacağım. Bak… bu bir süreç. Geriye gitmiş gibi hissetsen de aslında ilerliyorsun. Çünkü artık bunları anlatabiliyorsun."

Demir nefesini tutuyormuş gibi bakıyordu kadına. Öfke, korku ve çaresizlik gözlerinde birbirine karışıyordu. Kadın tekrar konuştu, yavaş ve sabırlı:

    "Şimdi… sana yeni bir yöntem deneteceğim. Bunu yaparken yalnız kalmayacaksın. Seni yalnız bırakmayacağım. Sen savaşmayı bırakma yeter."

Demir dişlerini sıktı, başını iki yana salladı. Ama sonunda sadece yorgun bir şekilde koltuğa daha da gömüldü.
Bir süre sonra usulca kalktı, kapıya yöneldi.

    "Ben… bilmiyorum. Ne olacak bilmiyorum… Ama… deneyeceğim."

Psikolog arkasından söyledi:

    "Demir… sakın aynalara bakarak konuşma. Onlar sen değilsin. Onlar… sadece yansıman."

Demir başını eğdi, bir şey demeden kapıyı çekti, odadan çıktı.
Koridordan yürürken adımları hâlâ titriyordu.

    "Yansıma… sadece yansıma, sadece yansıma..."

Aradan birkaç gün geçmişti.
Demir yeniden psikoloğun kapısını çaldı.
Ama bu kez farklıydı.
Üzerinde temiz, düzgün kıyafetler. Sakindi. Hatta hafifçe tebessüm ediyordu.

    “Psikolog Hanım… size minnettarım. O gün size suç attım. Kaba davrandım. Ama… sizin yöntemleriniz… bana yeniden hayat verdi. İyiyim artık. Gerçekten iyiyim.”

Kadın psikolog ilk başta şaşırdı. Gözlerine inanamadı.
Demir’in o dağılmış hali gitmişti. Gözlerinde o eski korku yoktu.

    “Bu… bu harika bir haber. Çok sevindim. Ne demek, her zaman yanınızdayım.”

Demir teşekkür ederek odadan çıktı.
Kapı kapandıktan sonra kadın arkasına yaslandı.
“Başardım… Evet… Başardım.”
İçinden bir gurur yükseldi.

    “Böylesine zor bir vakayı iyileştirdim. Bunu yazmalıyım… Belki başka hastalara umut olur.”

Bilgisayarının başına geçti. Notlar aldı. Yazmaya başladı.
Demir’in hastalığını, yaşadıklarını, uyguladığı teknikleri… Başarı hikâyesi gibi.
O GECE

Gece ilerlemişti.
Ofisin kapısı açıldı. Polisler içeri girdi.
Kadın yerinden kalktı, şaşkındı.

    “Buyurun, bir sorun mu var?”

Bir polis kimliği gösterdi.

    “Demir Akyürek. Sizin hastanız. 5 gündür kayıp. Ailesi bizden yardım istedi. En son sizi ziyaret etmiş.”

Kadının yüzü bembeyaz oldu.

    “Nasıl yani… Dün buradaydı. İyileştiğini söyledi. Hatta buradan çıktı gitti.”

Polis başını salladı.

    “Kameralara baktık hanımefendi. Binaya giriş yapmış bir Demir Akyürek yok. Hatta o saatlerde sizin ofisiniz… bomboş.”

Kadın gözleri büyümüş halde ekrana baktı.
Görüntüler açıldı.
Kamerada kadın psikolog odasında yalnızdı.
Ama… bir şeylere konuşuyordu. Boşluğa… Sanki karşısında biri varmış gibi.
Kahkaha atıyor, cevap veriyor, karşılıklı konuşuyor gibi…
Ama odada kimse yoktu.

Polis omuz silkti:

    “Burada hastalara falan antreman mı yapıyorsunuz? Tuhaf bir yöntemmiş.”

Kadın sinirle bağırdı:

    “Saçmalamayın! O buradaydı! Konuştuk! İyileştiğini söyledi!”

Polis sırıttı.

    “Anlıyorum… siz de kafayı kırmışsınız demek.”

Polisler çıktı.
Kadın yalnız kaldı. Ofisin ışığı loş.
Ekrana bakıyordu.
Kendi kendine konuşurken çekilmiş görüntüsüne.
Tüm bedenine kaynar sular dökülmüş gibi bir his yayıldı.
Ellerini başına götürdü. Titriyordu.

    “Ben… deli miyim?..”

Titreyerek sandalyesine kapandı.
Sessizce ağlamaya başladı.

DEMİR’İN EVİ — O GECE

Demir evinde keyifle şarap içiyordu. Müziğin sesi hafifti. Kendi kendine dans ediyordu.
Kahkahalar atıyor, bazen televizyona bakıyor, bazen boşluğa.
Her şey normal… gibi görünüyordu.
Rahat, mutlu, özgüvenli.
Sanki tüm kabusu atlatmış, zaferini kutluyordu.

Bardağını aldı, tuvalete doğru yürüdü.
Kapıyı kapatmadan aynanın önüne geçti.
Kendi kendine konuşmaya başladı, kahkahasını tutamıyordu:

    "Ee orada havalar nasıl?"
    Dudaklarında alaycı bir gülüş.
    Başını kaldırdı, aynaya baktı.

Ama aynadaki Demir… soluktu. Bitkindi. Halsizdi.
Gözleri kan çanağı, yüzü tükenmiş bir haldeydi.
Zar zor konuşuyordu.

    "…Beni… buradan çıkar…"
    "Yalvarırım…"

Demir, yani aslında yansıma olmayan, gerçek dünyadaki şey, eğlendi.
Şarap bardağını aynanın kenarına koydu.
Sırıttı.

    "Amaaa… birazcık da sen kal Demircim…"
    "Hep ben kaldım. Biraz da sen tadına bak."

Aynadaki Demir inledi, gözlerinden yaş indi.
Gerçek dünyadaki Demir şarap yudumladı.

    "Unutma…"
    Parmağını aynaya dokundurdu.
    "Beni… sadece sen görebiliyorsun…"
    Gözlerini devirdi.
    "He… bir de şu psikolog kadın olabilir…"
    "Hani… beni aldattığın kişi."
    Ve…

Yine o hastalıklı, boğuk, iğrenç kahkahasını attı.
Aynadaki zavallı Demir… sadece izliyordu.
Kaçamıyordu.
Çıkamıyordu.
O artık “içerideydi.”

Yorumlar

Yorum Gönder