SATRANÇ
Yeraltında faaliyet gösteren, kimliği bilinmeyen bir şirket, seçilmiş beş kişiye gizlice ulaşır. Her biri farklı geçmişlerden gelen bu insanlar, hayatlarının değişeceğini düşünerek bir anlaşma imzalarlar.
Tek bir cümle:
“300 milyon dolar kazanmak ister misiniz?”
Ve ardından birer birer ortadan kaybolurlar.
KARAKTERLER:
Damien: Sessiz, geçmişi karanlık. Eski bir paralı asker.
Isolde: Genç ama zeki. Davranış bilimleri mezunu. İlk başta çözüm üretmeye çalışır.
Lucien: Narsist ve soğuk. Paranın her kapıyı açacağına inanan bir finansçı.
Elara: Yumuşak kalpli, idealist bir hemşire. Yardım etmeye çalışır.
Thorne: Alaycı, deli ile dahi arası bir tip. Kafayı çözmüş gibi görünür ama en tehlikelisi olabilir.
Zifiri karanlıkta…
Sessizlik, neredeyse sağır ediciydi.
Sonra biri… gözlerini açtı.
Sonra bir diğeri…
Damien gözlerini kırpıştırarak tavana baktı. Metal. Soğuk. Tanımsız.
Kalktı. Etrafına baktı.
Bir yatak.
Bir lavabo.
Bir klozet.
Hepsi bu.
Bir anda demir zeminden gelen hafif bir titreşim diğerlerini de uyandırdı.
Isolde, elini alnına götürdü. Başında ağrı vardı.
Lucien, sakin gibi görünse de gözleri etrafı tarıyordu.
Elara, refleksle köşeye çekildi.
Thorne, yerinden kalkarken öfkeyle homurdandı.
Hepsi birbirine baktı.
Tanımıyorlardı.
Hiçbiri diğerini daha önce görmemişti.
Sessizliği Damien bozdu:
“Ee... ne yapıcaz şimdi?
Hani 300 milyon dolar?
Hani yarışma?
Bu ne biçim yer böyle?”
Ses yükselmeye başladı:
“Heeey! Sesimi duyan var mı?!”
Thorne kaşlarını çattı.
Öfkeyle yerinden doğruldu.
“Kapa çeneni!
Bağırmayı kes. Başımı şişirdin moron.”
Damien, onunla göz göze geldi:
“Sen kimsin de bana bağırıyorsun? Hepimiz aynı gemideyiz burada.”
Thorne alaycı bir şekilde güldü:
“Aynı gemi mi? Bu aşağılık yere bak.
300 milyon mu?
Buradan ancak 50 cent bile çıkmaz.”
Isolde ile Elara, sessizce birbirlerine göz ucuyla baktılar.
Tedirgin ama kontrollü.
Lucien, sessizliğini koruyordu.
Ama gözleri… odanın köşelerini, havalandırma deliklerini, tavandaki minik kırmızı ışığı inceliyordu.
Hiçbir şey konuşulmamıştı.
Kurallar yoktu.
Kapılar yoktu.
Yalnızca o metalden, gri bir kutu ve içeride bilinmezlik.
Kare biçiminde, penceresiz ve beyaz ışıkla aydınlatılmış bir oda.
Günlük sadece bir bardak su veriliyor.
Ne saat var, ne gün ışığı.
Başka hiçbir açıklama yok.
Oyun kurallarını kimse bilmiyor.
Odaya konan tek şey: küçük bir kamera ve bir tane saat sesi çıkaran duvar.
Günler geçmişti.
Metal kutunun içinde zaman kavramı silinmişti.
Kimse ne kadar süredir orada olduklarını bilmiyordu.
Mideler boştu.
Sadece günde bir kez, bölmelerden verilen o bir şişe su…
Bugün yine geldi.
Thorne, kendi bölmesinden gelen pet şişeyi aldı.
Güçlü elleriyle şişeyi kavradı… ve öfkeyle duvara fırlattı.
“Sizin aşağılık saçmalıklarınız yeter!
ACIKTIK LAN!
Yemek verin BARI!”
Pet şişe metal duvara çarpıp yere yuvarlandı.
Lucien, gülmeye başladı.
Ama kahkaha acıydı, delilik kokuyordu.
“Evet, evet…
Artık su içmekten içimden çiş banyosu yapıyorum.
Yemek verin, PİSLİKLER!”
Isolde ve Elara, hâlâ sessizdiler.
Ama gözleri her hareketi dikkatle izliyordu.
Bedenleri gergin, zihinleri tetikteydi.
📢 ANONS BAŞLAR
Tavanın köşesindeki minik hoparlörden soğuk, mekanik bir ses yükseldi:
“Yemek menüsü almak isteyen kişi,
aramızdan birini öldürmeli.”
Sessizlik.
Sadece nefesler duyuluyordu artık.
Gözler, yavaşça birbirine çevrildi.
Birbirini yoklayan, ölçen, korku dolu bakışlar.
Lucien, sinir krizi eşiğindeydi:
“Ne taşşak geçiyorsunuz bizle?!
NE SAÇMALIK BU?
BEN OYNAMIYORUM!
ÇIKMAK İSTİYORUM!”
Tam bağırırken…
Thorne, bir yırtıcı gibi onun üstüne çullandı.
İkili yere devrildi.
Lucien çırpınıyordu, Thorne’un yumrukları peş peşe iniyordu.
Kızlar, duvarın kenarına çekildi.
Tedirgindiler.
Kalpleri küt küt atıyordu.
Isolde, sessizce Elara'ya yaklaştı.
Elara Isolde'ye:
"Sakın yaklaşma bana"
Isolde:
“Hey… sakin ol.
Sana zarar vermeyeceğim.
Biz kadınız…
Erkekler bizden daha güçlü, bu durumda
Birlikte olsak ikimiz için de iyi olur.
Hayatta kalmak için.”
Elara hızla geri çekildi.
Gözleri panik doluydu.
“Sana güvenmiyorum!” dedi nefes nefese.
Tam o anda…
Damien, Elara’ya arkadan saldırdı.
Ellerini boynuna doladı, bastırdı.
“Açlıktan delirdim ben…
Biriniz gidecek, öbürümüz doyacak!”
Elara boğuluyordu.
Gözleri yuvalarından fırlamıştı.
Ama Isolde hemen müdahale etti.
Damien’in sırtına doğru bir dirsek darbesi indirdi.
Adam sendeledi, Elara yere düştü… öksürerek nefes almaya çalıştı.
O sırada, Thorne…
Lucien’i kollarının arasına almıştı.
Boğazına baskıyı artırıyordu.
Lucien küfrediyordu:
“YEMEK İÇİN İNSAN MI ÖLDÜRÜYORSUN?!
SENİ OROSPU ÇOCUĞU!”
Thorne, gözlerinde bir gölgeyle fısıldadı:
“Midemdeki boşluk, senin gibi piçlerden daha değerli.”
Ve bastırdı.
Lucien’in direnci kesildi.
Kolu düştü.
Gözleri boşluğa baktı.
Lucien ölmüştü.
👭 YENİ İTTİFAK
Elara, hâlâ titriyordu.
Ama bakışlarını Isolde’ye çevirdi.
“Teşekkür ederim…” dedi yutkunarak.
Isolde, bir an başını salladı.
“Önemli değil…
Yeter ki yanımda ol.”
İki kadın…
Artık birlikteydiler.
🩸 SON DURUM
Odanın köşesinde bir ceset yatıyordu.
Lucien artık yoktu.
Thorne sessizce bir köşeye çekilmiş, dizlerinin üstünde nefesleniyordu.
Gözlerinde deliliğin izleri vardı.
Damien, yere çökmüştü.
Yüzünde hafif bir morarma, ama hâlâ hayattaydı.
Isolde ve Elara, sırt sırta vermişti.
Şimdi odada yalnızca 4 kişi kalmıştı.
Lucien’in cansız bedeni hâlâ köşede yatarken, sessizliği bozan bir tıkırtı duyuldu.
Thorne’un önündeki duvar paneli yavaşça açıldı.
Metalik bir tepsi, bu cehennemin ortasında neredeyse kutsal gibi duruyordu.
İçinde etli bir yemek, pilav, sıcak ekmek, belki bir parça tatlı…
Buhar hâlâ tütüyordu.
Thorne, gözlerini kırpmadan tepsiye baktı.
Sonra pis bir sırıtmayla arkasına yaslandı:
"OHH… nihayet yemeğim geldi…"
Ellerini ovuşturarak yemeğe başladı.
Her lokmayı büyük keyifle çiğniyordu.
Bir an Lucien’in cesedine göz attı…
Ve ağzı doluyken alaylı bir şekilde mırıldandı:
“Afiyet olsun diyemedin ama…
Ben senin yerine de yiyorum, kardeşim.”
Damien, yere oturmuş, öfkeyle Thorne’a bakıyordu.
Gözleri alev gibi yanıyordu.
Sonra başını çevirip Isolde’ye patladı:
“Seni pis sürtük…
Eğer bana o müdahaleyi yapmasaydın,
şimdi o tabak benim de önümdeydi!”
Isolde ve Elara sessizdi.
Ama gerilim havayı kesiyordu.
Thorne, çiğnediği lokmalar arasında konuştu:
“İster misiniz hee?” dedi gözlerini dört kişiye gezdirerek.
“Buyrun, sofraya…”
Damien şaşkınlıkla bir adım attı:
“Ciddi misin? Gerçekten mi?”
Thorne, bir an ciddi bakıp sonra kahkahayla güldü:
“OTUR YERİNE OROSPU ÇOCUĞU!
Git bokunu ye.”
Damien sinirle geri çekildi.
“PIÇ KURUSU!” diye bağırarak duvara yumruk attı.
Yüzü kıpkırmızıydı, açlık ve öfke iç içe geçmişti.
Köşede Isolde, hafifçe Elara’ya döndü.
“Çok aç mısın?
Dayanabilir misin?” diye fısıldadı.
Elara, başını eğdi.
Gözleri dolmuştu.
“Evet… ama… dayanabilirim… galiba…”
Sesi titriyordu, başı zonkluyordu.
Bir anlık sessizlikten sonra, Isolde kolunu uzattı.
Gözleri nemliydi ama sesi netti:
“İstersen… bir ısırık al.
Bir parça… belki işe yarar.”
Elara, gözlerine inanamadı:
“Ama… bu… çok yanlış…”
Isolde, gözlerinin içine bakarak fısıldadı:
“Yap hadi.
Önemli değil.
Beraber hayatta kalacağız.”
Elara, titreyen elleriyle Isolde’nin koluna yöneldi…
Ve dişlerini deriye geçirdi.
Isolde bir an çığlık atacaktı, ama tuttu kendini.
Gözlerinden yaş aktı.
Elara, ısırdığı et parçasını yavaşça çiğnedi…
Midesi bulanıyordu ama yuttu.
Thorne, olanları izliyordu.
Damien de…
“Şu delilere bak hele…” dedi Thorne.
“Yamyam olmuşlar.”
Damien güldü ama kahkaha kısa sürdü.
Açlıktan boğazı düğümlendi.
Sonra bir anlık cinnetle kendi koluna yöneldi.
Dişlerini geçirmeye çalıştı.
Ama acıya dayanamadı.
“HAY ANANI SİKİM!” diye bağırarak kendini yere attı.
Elara, gözyaşları içinde Isolde’nin koluna sarıldı.
“Çok özür dilerim…
Çok…”
Kazağından bir parça yırtıp, Isolde’nin kanayan kolunu sardı.
Elinden geldiğince bastırdı.
Isolde, başını yasladı.
“Beraber… devam edeceğiz.
Ne pahasına olursa olsun.”
Zaman… yoktu artık.
Saat, gün, tarih… her şey silinmişti.
Sadece açlık vardı.
Damien, köşeye çekilmişti.
Titriyordu.
Gözleri kan çanağı gibiydi.
Dudakları çatlamış, dili kurumuştu.
Yavaşça doğruldu.
Adımları ağırdı, nefesi düzensiz.
Bir şey mırıldanıyordu.
"Bu bir şaka... bu sadece kötü bir şaka… değil mi?
Hayır… hayır hayır… bunu yapamam... yapmam."
Ama yaptı.
Sınırı geçti.
İnsan olmanın çizgisini.
Kızlar, onu izliyordu.
Isolde, gözlerini kapattı, yüzünü çevirdi.
Elara, nefesini tuttu, midesi bulandı.
Thorne, bir an durdu.
Gözleri Damien’e kilitlendi:
"Hay senin... senin mideni... SİKEYİM!
Ben şaka yapıyordum lan!
SEN DELİRMİŞSİN!"
Ama Damien artık onları duymuyordu.
Gözleri boşluğa bakıyordu.
Ağzında kusmuğu, yüzünde gözyaşlarıyla fısıldadı:
"Yemek yok… pislikler...
Başka ne yapabilirim..."
Yere çöktü.
Titredi.
Ve sonunda dayanamadı.
Kustu.
Her şey dışarı aktı.
Sadece fiziksel değil… ruhundan da bir şeyler koptu.
Odada o an bir sessizlik oldu.
Çöküşün, insanın en karanlık tarafının sessizliği.
Damien, kendi yanına kapanmıştı.
Artık yalnız değildi sadece…
İçinde kendinden geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Zamanın ne kadar geçtiği belirsizdi.
Metal kutu suskundu.
Uyuyanlar derin bir açlığın uykusuna gömülmüştü.
Ama Damien uyanıktı.
Gözleri kırmızıydı.
Midesi isyan ediyordu.
Aklında tek bir cümle yankılanıyordu:
“Birini öldür… ve yemek al.”
Ayağa kalktı.
Yavaşça etrafına baktı.
Thorne hâlâ güçlü görünüyordu.
Yemek yemişti, kaslıydı.
Ona saldırmak ölüm olurdu.
Gözleri Isolde'ye kaydı.
Yaralı koluyla duvara yaslanmış, hafifçe kıvrılmış yatıyordu.
Hedef belliydi.
Damien, sessizce ona yaklaştı.
Nefesi ağırdı.
Elindeki taş parçasını(yumruğunu) sıktı.
Tam saldıracağı sırada…
“HEY!”
Bir ses o karanlığı yardı.
Elara gözleri kısık, nefes nefese ayağa fırlamıştı.
“Uzak dur ondan, seni mide bulandırıcı yaratık!”
Damien şaşırmadı.
Yüzünde delirmiş bir sırıtış vardı.
“Çekil önümden…
Yoksa hepimiz açlıktan öleceğiz.
Bak…
Onu öldürürsem, yemeği paylaşırım seninle.
Ne dersin?
Birlikte doyarız…”
Elara bir adım daha yaklaştı.
“SENİ ÖLDÜRÜRÜZ!
DEFOL GİT!”
Damien’in gözleri döndü.
“Ee yeter lan!” diye bağırarak ikisine birden saldırdı.
İşte o an…
Damien’in tam arkasında bir karartı belirdi.
Bir el hızla kaldırıldı.
Ve bir çatal – evet, Thorne’un yemek menüsünden aldığı çatal – Damien’in boynuna saplandı.
Damien’in gözleri büyüdü.
Bir an ağzından kan geldi.
Yere yığıldı.
Thorne, üstünde duruyordu.
Sakin.
Ama gözleri hâlâ öfkeliydi.
“Sen…
Tam bir pis ucubesin.”
Sonra yüzünü buruşturdu.
“İnsan bile değilsin artık.”
Damien artık nefes almıyordu.
Kısa süre sonra, Damien’in bölümünden yeni bir yemek geldi.
Thorne, çatalı temizledi.
Sessizce oturdu ve yemeğini aldı.
Isolde doğrulmaya çalıştı ama kolu sızlıyordu.
Elara hemen yanına geldi, onu destekledi.
“Sana bir hayat borçluyum…” dedi Isolde, gözleri dolarak.
Elara onun elini tuttu.
“Sen de benim için aynısını yaptın…
Merak etme…
Buradan beraber çıkacağız.”
Kollarını birbirine doladılar.
Gözleri yorgundu ama içlerinde bir kıvılcım vardı.
👥 ODADA KALANLAR:
Thorne: İki cinayetten sonra doyurulmuş ama giderek tehlikeli hâle gelen alfa.
Isolde: Yaralı ama dirençli, akıllı ve duygusal.
Elara: Cesur, sadık, kırılgan ama dimdik duran bir hayatta kalıcı.
Thorne, ikinci yemeğini yerken gözlerini kıstı, yemeğiyle adeta flört edercesine keyifle konuşuyordu:
"Vay be…
Her gün ziyafet çekiyorum artık.
Krallar gibi yaşıyorum burada.
Biriniz bana eşlik etmek ister mi?"
Elindeki et parçasını havaya kaldırdı, gösterdi.
Sonra yavaşça, alaycıca ağzına götürdü.
Isolde ve Elara, karşı köşeden ona bakıyordu.
Gözlerinde öfke, imrenme, çaresizlik…
Ama belli etmiyorlardı.
Thorne, onların bakışlarını gördü.
"Yutkunmayın kızlar…
İyi izleyin… hayatta kalmanın tadı böyle çıkar."
Kahkaha attı.
📣 ANONS
Metal kutunun üst kısmından boğuk bir ses yankılandı.
"DİKKAT!
FİNAL OYUNU: SATRANÇ
OYUNA KATILMAK İÇİN 10 DAKİKA İÇİNDE ARANIZDAN BİRİSİ ÖLMELİDİR.
AKSİ TAKDİRDE ÜÇÜNÜZ DE YOK EDİLECEKSİNİZ."
Soğuk bir sessizlik çöktü.
Sadece üç kişi.
Sadece bir kurban.
Dakikalar ağır ağır akıyordu.
Zaman kırılgan bir cam gibi çatlıyordu.
Thorne, ayağa kalktı.
Kızlara baktı.
Adımlarını yavaş yavaş attı:
"Zaman akıyor prensesler…
Hadi bakalım…
Biriniz seçilsin… ya da ben seçeyim!"
Isolde, yavaşça Elara’ya döndü.
"Dövüşebilir misin?
Dayanıklı mısın?"
Elara başını salladı, hafifçe gülümsedi:
"İyiyim.
Senin vitaminin iyi geldi."
Sonra gözlerinin içine baktı:
"Birbirimiz için ölürüz. Merak etme.
Asıl sen? Sapasağlam mısın?"
Isolde, kısaca cevapladı.
Dudakları titriyordu ama sesi sağlamdı:
"Hiçbir şeyim yok."
Thorne, ellerini ovuşturarak yaklaştı.
Gözleri karanlık bir zevkle parlıyordu.
"Tamam o zaman…
BAŞLAYALIM!"
Elara, bir anda öne atıldı.
Sırtını Isolde’ye dayadı.
Nefesi hızlanmıştı ama korkmuyordu.
Elara:
"Sen geride dur.
Ben oyalarım onu!"
Tam Thorne hamle yapmak üzereydi ki…
Bir ses bile çıkmadan, aniden…
CRAK.
Elara'nın boyun kemikleri kırıldı.
Elara’nın gözleri bir anlık şaşkınlıkla açıldı…
Sonra bedeni gevşedi…
Ve yere yığıldı.
Isolde, arkasında durmuş, iki eliyle Elara’nın boynunu tutuyordu.
Yavaşça ellerini çekti.
Bakışları sabitti.
Gözyaşı akmıyordu… ama yüzünde tarifsiz bir acı donmuştu.
Öylece kaldı.
Elara’nın cansız bedenine bakıyordu.
Dakikalarca…
Thorne, bu tabloyu izlerken kahkahalarla güldü:
"ULAN!
Sen… sen ne kahpe bir orospusun lan!"
Şaşkınlıkla kahkahası karışmıştı.
"Ben bile korktum senden!"
Geriye doğru bir adım attı.
"Yaklaşma bana, DEFOL!
Pis kaltak!"
Geri çekildi, köşesine oturdu.
Isolde, diz çöktü.
Hâlâ Elara’ya bakıyordu.
Parmakları titriyordu.
Ağlamak istiyordu ama gözlerinden yaş gelmiyordu.
Isolde bunu şu yüzden yapmıştı: Son oyun satrançtı ve Elara zeki bir kızdı ama Thorne güçlüydü ama gerizekalıydı. Isolde hayatta kalmak ve parayı kazanmak için bu yüzden ihanet etmişti.
Sessizce fısıldadı:
"Beni affet…
Ben… başka yol bilmiyordum…"
Zaman durdu.
Artık odada sadece iki kişi kalmıştı.
Isolde ve Thorne.
Ve son oyun: Satranç.
Saat yoktu.
Zaman durmuştu.
Havada yalnızca kan, metal ve ölüm kokusu vardı.
Isolde hâlâ titriyordu.
Elara’nın ölümünün ağırlığı omzundaydı.
Ellerine bakıp duruyordu hala nasıl yaptım diye.
Kendine bile bakamıyordu.
Ve o an…
Bir kapı açıldı.
Metal bir tok sesi yankılandı.
Boğuk bir ses:
"İLERLEYİN."
Isolde ve Thorne, sessizce kapıya yaklaştı.
Bir bölmeden geçerken ellerine birer kılıç ve krallık tacı verildi.
Taç, başlarına değil, kaderlerine geçirilmişti artık.
♟️ ARENA: SATRANÇ TAHTASI
Açılan kapının ardında dev bir arena vardı.
Yerler…
Dev karelerden oluşuyordu.
Siyah ve beyaz renkli…
Dev bir satranç tahtası gibi.
İki uçta Thorne ve Isolde.
İkisi de başında taç, elinde kılıç.
Yukarıdan bir ses yankılandı:
"OYUN BAŞLADI."
Thorne bir kahkaha patlattı.
"HAHAHA!
Ne oldu kaltak?
Planların işe yaramadı değil mi?!
Kahpelik yaparsan kahpelik görürsün!
Şimdi mat olacaksın, pislik!"
Isolde gözlerini kapattı.
"Hayır… hayır… bu bir oyun değildi… olamaz…"
Karşısında çok güçlü bir adam ve kendisi ek olarak yaralıydı.
İçi darmadağındı.
Yaralıydı.
Kolundaki acı, yüreğindekini bastıramıyordu.
Thorne bir gölge gibi üzerine yürüdü.
Kocaman adımlarla satranç taşlarını ezer gibi.
Kılıcını savurdu.
Isolde kaçtı.
İlk hamle.
Sonra bir daha…
Ve bir daha…
Ama gücü tükenmişti.
Kan kaybı, açlık, suçluluk…
Ve bir darbede…
THAK!
Kolu kesildi.
Yere düştü.
Kılıcı elinden kaydı.
Isolde çığlık çığlığa bağırdı.
Thorne kılıcını yere sapladı.
Sırıttı.
Kanın sıçradığı beyaz karede durmuştu.
"Bakın işte bu… ŞAH!
Ve şimdi…"
Kılıcı iki eliyle kavradı.
"MAT!"
Isolde gözleri yaşlı, boğuk bir sesle yalvardı:
"Hayır… hayır, lütfen… yapma… yapma..."
Ama Thorne’un gözü dönmüştü.
Kılıç savruldu.
Soğuk metal havayı yardı…
Ve sessizlik.
Isolde’nin başı yere yuvarlandı.
Gövdesinden ayrılmıştı.
Thorne ayakta dikildi.
Kollarını iki yana açtı.
Gözleri gökyüzüne kalktı.
"BU DA MAT!
KAZANDIM!
BEN KAZANDIM!
ARTIK ZENGİNİM LANNN!
AAAAAAAHAHAHAA!"
Kahkahaları arenanın duvarlarına çarptı.
O artık kraldı.
Ama bir tahtı yoktu.
Bir halkı yoktu.
Sadece kan, sessizlik ve delilik vardı.
Thorne, kanla kaplı tahtanın ortasında dimdik duruyordu.
Ayakta…
Zafer sarhoşu…
Gözleri dönmüş bir şekilde hâlâ bağırıyordu:
"KAZANDIM LAN!
BEN KAZANDIM!
ARTIK ZENGİNİM!"
Ama o sırada…
📣 ANONS:
“DİKKAT!
SATRANÇ KURALLARINA GÖRE EĞER SADECE İKİ ŞAH KALIRSA OYUN BERABERE BİTER.
BERABERE BİTEN OYUNLARDA HERKES ÖLÜR.”
Yani oyunun en başında zaten oyun berabere bitmişti. Birbirlerine saldırmalarının hiçbir anlamı yoktu. Eninde sonunda ikisi de ölecekti.
Thorne’un gülüşü dondu.
Kaşları çatıldı.
Gözleri etrafı taradı.
"Ne beraberliği?!
Pislikler!
Kazandım lan ben!
Kelleyi aldım işte!
GÖRMÜYOR MUSUNUZ?!"
Avazı çıktığı kadar bağırdı.
"BENİMLE TAŞŞAK MI GEÇİYORSUNUZ?!
PARAMI VERİN! LANNN VERİN!!!"
Ama cevabı sessizlikti.
Ve bir anda...
CLICK.
Tahtanın dört bir yanında paneller açıldı.
İçlerinden otomatik tüfekler çıktı.
Hepsi tek bir yöne çevrilmişti:
Thorne.
"LAN!
OROSPU ÇOCUKLARI!
NAPIYORSUNUZ?!
DURUN LAN!!!"
Ama artık çok geçti.
TARARARARARARARAR!!!
Kurşunlar bedenini parçaladı.
İlk mermi göğsünü deldi.
Sonra karnı, bacakları, çenesi…
Thorne çığlık attı ama sesi duyulmadı.
Kurşunlar onu yerde değil, havada tuttu.
Sanki ölüm bile onu aşağı çekmekte zorlanıyordu.
"BEN KAZANDIM..."
diyecekti…
Ama artık sesi yoktu.
Ateş kesildi.
Ve Thorne’un kurşun deliklerinden sızan kanla birlikte bedeni yere “taş” gibi düştü.
🎭 KARANLIK.
SESSİZLİK.
VE SON.
Tahtada artık şah bile yoktu.
Bu oyun… hiçbir zaman kazandırmak için yapılmamıştı.
Sadece izlenmek, test edilmek ve yok etmek için tasarlanmıştı.
Ve son cümle sadece soğuk bir sistem mesajıydı:
“OYUN TAMAMLANDI.
KAZANAN YOK.
BERABERE.”
Yorumlar
Yorum Gönder